Ömrünü orman köylüsü; çiftçi, hayvancı, esnaf ve çiftlik mandıracısı olarak, Pınarhisar’ın Akören köyünde geçiren Hüseyin Değirmenci, orman yangınlarının sebeplerini içeren bir açıklamada bulundu. Meydana gelen bu yangınların en büyük sebebinin hayvancılıktaki düşüş olduğunu vurgulayan Değirmenci, “Hayvancılık yok, ot çok” dedi.
Değirmenci şu ifadelere yer verdi;
“Yeşil Vatanımız, ciğerlerimiz yanıyor ama mücadelede çaresiz kalıyoruz, çünkü tutuşturucu ve yanıcı özelliği olan kuru otlar çok fazla, ince dalları tutuşturup ağaçları da yakıyorlar.
60 yıl önce ormanlarla hayvanların birbirini tamamlayan, ayrılamaz ikili olduğunu çok iyi bilen, orman köylüleriyle, ormanları koruyan, "Ormanlarda çavdar sapından örtülü, meşe ağaçlarından ve karaçalılarla kışla", yapmak için, uygun gördükleri yerleri gösteren: Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, Pınarhisar Bölge Şefimiz: Sami İnan bey ve köylerdeki orman evlerinde, köylülerle beraber yaşayan, ormancıları vardı...
Hayvanların ormandaki otları otlamasını sağlayıp, kuruyup yangın çıkarmasını önlediğini, onların bıraktıkları gübreyle de, kadimden beri "Al Gülüm, Ver Gülüm Doğal Döngülü Eko Sistemin" içinde kalarak, orman köylerini hayvanlarıyla beraber ayakta tutup, istihdam ve katma değerleriyle, ormanlarımızı da korumasını çok iyi bilip, yangınları da önleyen, orman genel müdürlüğünün, sahada yetiştirilmiş çok değerli: orman mühendisleri ve ormancıları vardı.
Taaa ki başta keçiler olmak üzere, hayvanların ormanlara girişini yasaklayan, kanunun uygulayıcısı, kraldan kralcı takma akılla, hiç değişmemesi gereken kadim konsepti değiştiren, bugünkü yangınların, yaşanmasına sebep olan, zamanın orman genel müdürünün: "Ya ormandan, ya da hayvanlardan vazgeçeceğiz, ormandan vazgeçemeyeceğimize göre, hayvanlardan vaz geçmeliyiz" diyerek, otlatmaya caydırıcı para ve hapis cezaları uygulatarak, tabiri caiz ise: ekolojik dengeyle beraber, kadim bir kültürü yok edecek ihtilâli yaparak; meşe ormanlarını kestirip yerine, çam fidanlarını diktirip, orman köylülerini ve hayvanlarını ormanlara tehdit olarak algılayıp, kışlalarını yıktırıp, tapulu tarlalar dahil, tarlalarını ve tarihi su değirmenlerine varınca ellerinden alınıp, ormana bırakıp (sonra da orman değil tarlaymış, diyerek, 2B statüsüyle, sahiplerine satışına, ancak sahiplerinin alacak güçleri olmadığı için, çoğu hak sahipliğini devredip, emlakçılar aracılığıyla, hayvancılık sektörü dışındaki, yatırımcıların eline geçip, Hobi Bahçelerine ve Kır Evlerine döndü) hayvanlarının ormanlara girmesini yasaklayıp, orman köylüsünü küstürüp, üretimden kopararak, zorunlu göçle şehirlerimizin yükünü arttırıp, orman köylerimizin boşalmasına, doğayla hayvancılığı yasaklayıp, ithalât ve ithalâta bağlı girdilerle beslenen, kapalı ve yarı açık çiftliklerde, beslenmeye zorlandı.
Kaba yem fakiri ülkemizde, su kaynaklarımızı kurutup obruklar açtıran, yine tabiri caiz ise: taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışan hayvan çiftliklerinde, ülkemizi daimi damızlık ve etlik hayvan ithalâtına bağlayarak, üretim yapmak zorunda bıraktı. Maalesef bugünler öngörülemedi, köylü köyünden, ormanlar bedava işçisi hayvanlarından oldu ve kaçınılmaz sonuç; yangınlar...
Yeşil vatanımız, birer birer yanarken, sadece ormanlar değil, içindeki sayısız canlılar da kaybedildi... Yanan sadece ağaçlar değil; ekolojik yaşamla sağlanan doğal döngülü denge de yok edildi...
Doğayla mücadele edebileceğini ve tabiri caiz ise polisiye tedbirlerle ve Doğa Milli Parklarıyla sadece yabani hayvanlarla ormanları koruyabileceğini düşünen; geçmişte nasıl korunduğunu araştırmayan, saha bilgisi olmayan: takma akıllı hocaların ve yetiştirdikleri öğrencileri, kadimden beri, hayvanlarla ormanların, birbirini tamamlayan, ayrılamaz ikili olduğunu, okumadıkları için, sahada da göremedikleri için bilmiyorlar...
Okullarında çamın faydaları ve hayvanların zararları okutulan, tabiri caiz ise 60 yıldır, ormanları koruduğunu zanneden, üstü yeşil ama altı kuru, her an tutuşmaya bahane arayan, çam ormancılığı anlayışının ve hayvancılığı olmayan ormancılığın çöktüğünü, çok acı bedeller ödeyerek gördük. Aynı zamanda yangın söndürmeye yaşlı orman köylülerimizin, patlak lâstiğine aldırmadan, canları pahasına, tankerleriyle su taşıdıklarını da gördük... Yaşadıklarımızdan ders alarak, aslımıza dönmenin zamanının geldiğini, yani ormanlarımızın korunup, yaşatılması; orman köylüleriyle hayvanları olmazsa olmazımız, olduğu anlaşıldı... Orman genel müdürlüğü personelinin tamamı, ormanlarımızı korumak için görevlendirilmiş, maaşlı, mesai bitiminde şehirdeki evine giden korumacısıdırlar ama orman köylüsü öyle mi? Malı mülkü bütün birikimi köyünde; kuruyan otların her an yangın çıkarabileceğini biliyor, o tehditle yaşıyor ve hiç kimseye derdini anlatamıyor... Hele ormanları koruduğunu zanneden yetkililere, halâ polisiye tedbir ve yangın söndürücü araçlarla, yangınları önlemeye çalışıldığını görüyoruz. Elbette yeşil vatanımızı, el birliğiyle söndürmeye, var gücümüzle çalışmalıyız ama sebebine derinlemesine inerek…
TV programlarında yangın söndürmeyle mücadele ve sadece küresel ısınmayı sebep olarak gösterip, biz orman köylülerinin aklıyla, alay da edilmemeli. Vebal çok büyük, ifade etmekte zorlanıyorum, çok zor olanı başarıyoruz; Marmaray'ı, İHA'ları, SİHA'ları, ALTAY tankını, ATAK helikopterini yaptık ama geçmişimizden ders almadığımız için, ormanlarımızı yaşatamadık. Aynı zamanda kadimden gelen ormandaki otları, doğal et, süt ve ürünlerine çeviren, köylülerimizden de hayvancılığımızdan da olduk ves-selâm!!!
Şimdi Orman Genel Müdürlüğünün, caydırıcı para ve hapis cezalarıyla, ormanlardan kovduğu orman köylülerinin, torunlarını, çok cazibeli hibe destekli, OR-KÖY hayvancılık projeleriyle, köylere dönüşü sağlamalı ki, her yaz yaşadığımız yangın stresini ve acılarını yaşamayalım. Çünkü başka yol yok, hepsi denendi!!!
1970'li yıllarda, Istranca Dağları ve eteklerinde beş milyon civarı koyun ve keçinin, iki milyon civarı sığır, manda, at, katır ve eşeğin, ormanlardaki otları otlayarak, istihdam ve katma değer yarattığını yaşayarak gördüm. Kuzu sezonunda Sütlüce/İstanbul Ticaret Borsasında, Pazartesi, Çarşamba ve Cuma satışları oluyordu ve 45.000 civarı süt kuzusu satılıyor, 30 000 civarı süt kuzusu Kırklareli’mizden gidiyor, ihtiyaç fazlasının Sudi Arabistan’a ihraç edildiğinin de canlı şahidiyim (65 yaş üstü hayvancı köylülerin ve kuzu nakliyesi yapan, kamyoncuların hepsi bilirler).
Istranca Orman Köylerinin hepsi yine tabiri caiz ise; hayvancılığın kuluçka makinasıydılar. Benim Akören (Avren) Köyümden İstanbul'a her gün iki otobüs kalkıyordu. 65 hanede 400 nüfusu yaşıyordu.
On bin civarı küçükbaş, bin civarı da: sığır, manda, öküz, hergele(at), yoz (devamlı ormanda kalan), malak, buzağı sürüleri vardı. Bu hayvanlar otları otlayıp, tırnaklarıyla ormanı sürüp, dışkılarıyla gübreleyip, ağaçları besleyerek; doğal ekolojik dengeyi sağlıyorlardı. Ama 1966-2000 yılları arası Akören, Kurudere, Yeniceköy, Kaynarca, Üsküp, Hacıfaklı, Beypınar gibi hayvancılığın en yoğun bölgelerine, hayvancılığı bitirmek için, meşe ormanları kesilerek, çam fidanları dikildi ve başardılar; Bacasız fabrika köylerimiz ve orman hayvancılığı bitti ama arkasından yangınlar geldi !!!
Köyümün ve Diğer Orman Köylerinin şimdiki halini sormayın, "Lütfen gidin görün ve kıymanın Kg'ına 750 TL, Peynire 300 TL, Yoğurta 55 TL’yi neden verdiğinizi görün"!!!
Ormanda kuru ot varsa sebeptir; yangın da kaçınılmaz sonuç!!! Hayvanların otladığı meşe ormanı, sigara, piknik ateşi gibi küçük ateşlerle yanmaz, isteseniz de yakamazsınız…"Kadimden beri, ormanın her köşesinde yanan çoban ateşleri", hiç yangın çıkaramamıştı. Kaynarca/Pınarhisar yene gölleri ve kokar pınar mevkiine: 50 yıldır top atışı yapılıyor, atış sahası yasaklandığı için, hayvanların gidemediği zamanlarda, otlar biraz büyüyüp kuruduğu için, bir iki küçük yangın olmuştu, onu da 5-10 askerimiz, ellerindeki dallarla söndürdüler. 2000 yılında, anızlardan çıkıp rüzgârın etkisiyle ormana sıçrayan yangın olmuştu ama çok hızlı ilerleyemediği için 500 metre ileride söndürmüştük !!! Bizde de geçmişte, orman içindeki tarlalarda, buğday anızlarını yakan, bilinçsiz çiftçiler vardı ama anız yanıyor, ormanlar yanmıyordu, "Çünkü hayvanlar otladığı için, tutuşturucu ve yanıcı kuru ot yoktu.”
Yaşadıklarımız gerçeklerle günün sonunda, hayvancılığı da bilen biri olarak, çözüm önerim: "Diken Battığı Yerden Çıkar" demiş Atalarımız… Biz de onlardan gördüğümüz gibi, Tarım Ve Orman Bakanlığımızın bünyesindeki, çok değerli iki kurumu: Orman Genel Müdürlüğü ve Hayvancılık Genel Müdürlüğünün, yaşadıklarımızdan dersler çıkaracak, sahada yetişmiş liyakatli mühendislerin, kafa kafaya vererek, orman köylerimize, kızlarımızın da gelin gidebileceği: coğrafi konumuna göre sınıflandırıp damızlık; koyun, keçi, sığır ve manda yetiştiricilerini destekleyip, ormanlarımızdaki otları otlattırmak için, yaşlılarımızın tecrübelerini, gençlerimizin enerjisiyle birleştirebilecek, Demiryurt/Karaman Tarımsal Kalkınma Kooperatifi örneği gibi, şehirlerden köylere tersine göç başlatabilecek; "Yerli Ve Milli Sürdürülebilir, Birlikte Doğal Hayvancılık Projelerini" yaparak, uzun vadeli ve hibe destekli cazibeli OR-KÖY kredileriyle, "ORMANLARIMIZI VE HAYVANCILIĞIMIZI KURTARABİLİR, ORMAN KÖY KENTLERİNİ OLUŞTURABİLİRİZ.” Doğal etimizi ve sütümüzü karşılar, fazla ürünlerimizi ihraç edebiliriz!!!
Allaha çok şükür, bir kaç Türkiye besleyebilecek ormanlarımız, yerli ve milli teknolojimiz, az ve yaşlı da olsa halâ, dikeni battığı yerden çıkaracak, torunlarına yol gösterebilecek, kadim tecrübeli, işinin ehli, hayvancılık konusunda uzman orman köylülerimiz var !!!.
Ömrünü Orman Köylüsü; Çiftçi, Hayvancı, Esnaf ve Çiftlik Mandıracısı olarak, Pınarhisar'ın Akören (Avren) Köyünde, yukarıdaki yazdıklarımın tamamını yaşayarak görmüş biriyim. 2018-2019 yıllarında bugünleri de öngörerek: Önadım ve Gazetetrakya'da yayınlanan, "KIRKLARELİ HAYVANCILIĞININ, DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI" konu başlıklı, 39 makalenin de yazarıyım. "Ormanlarımızın problemleri olarak görülen, hayvanların yokluğu, bugün orman yangınları olarak karşımıza çıkıyor", diye anlatmaya çalışmıştım. Keşke haklı çıkmasaydım; yazdığım her satırın da arkasındayım, yanlış yazmışsın diyenlere de halâ ormanlardaki, eski sahiplerinin ismiyle anılan, kışla yerlerinde, zemin göstererek, mahallinde tartışmaya, hayvanların otladığı alanda, yangının çıkamayacağını da göstermeye hazırım.
ORMANLARIMIZ YEŞİL VATANIMIZDIR, KORUYUP YAŞATMAK HEPİMİZİN GÖREVİ; AMACIM KESİNLİKLE KURUMLARIMIZI VE KİŞİLERİ KÖTÜLEMEK DEĞİL, EMANETİMİZDEKİ ORMANLARIMIZIN YANMASINA, SEYİRCİ KALMAMAK ADINA, NİHÂİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇÖZÜME KATKI SUNMAK İÇİN, VATANDAŞLIK GÖREVİMİ YAPARAK, YAŞAYARAK GÖRDÜKLERİMLE, SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİ, SEVGİ VE SAYGIYLA KAMUOYU'YLA PAYLAŞIP, İLGİLİLERİN DİKKATİNE SUNMAYI BORÇ BİLDİM, SÜRÇÜ-LİSAN ETTİYSEM AFFOLA!!!”
HAYVANLARIN OTLADIĞI, YANMA İHTİMALİ OLMAYAN ORMAN SAHASI.