Bundan 84 yıl önce(17 Nisan 1940) açılan Köy Enstitüleri için bir şeyler yazmak için başlangıçta aklımda olan tek sebep Lüleburgaz'dan 5 Km uzaklıkta bulunan Kepirtepe Köy Enstitüsü'nü anmak, biraz olsun tarihini anlatmakla sınırlıydı.

Konuyu Kırklareli Yerel Tarihini ilgilendiren toplumsal ekonomik  değişim dizilişi içinde, tarihsel bir kesit olarak görüyordum. Tıpkı 1926 yılında açılan Alpullu Şeker Fabrikası, 1932 yılında açılan Kırklareli Halkevi örneklerinde yaptığım  gibi bu konuyu ele almalıydım. Ne yalan söyleyeyim, bunun için arayıp bulacağım, elime geçecek kaynaklardan sıkı bir okuma ile üstesinden gelirim   diye düşündüm önce. Böylece bundan yaklaşık üç hafta önce çalışmaya başladıktan biraz sonra sert bir kayaya çarptığımı anladım. Hala karşımda duran okunacak onlarca kitap ve makale, alınmış sayfalarca not ile bu işin üstesinden nasıl gelebileceğimi bilemiyordum. Günlerce süren okumalar, okudukça başka yazılara kayan ilgiler, isimler, tarihler, hadiseler, biyografiler beni bu işin esasını oluşturan tarihsel bir bağlamın eşiğine getirdi.  Bir birine bağlanmış, anlaşılması zor tarihsel süreçlerin doğru bir şekilde  kavranmasını gerektiren zahmetli bir işe sürükledi  beni bütün bunlar. Eğer sadece  bir hikaye anlatıcısı olsaydım, belki Kepirtepe'yi daha zevkli ve duygusal bir çerçevede sunan bir yazı çıkartabilirdim sizler için. Ama öyle olmadı ve bu benim işimi zorlaştıran bir durum. Hatta haddimi aştığımı düşündürecek kadar ağır bir sorumluluk.

Niye böyle olduğunu umarım yazıları okurken sizlere düşündürtebilirim. Eğer anlatmayı becerebilir ve böyle olmasını sağlayabilirsem bu işi başarmışım diyebileceğim kendi kendime.

Köy Enstitüleri, ömrü topu topu 14 yıl sürmüş, bunun sadece ilk 6 yılında özgünlüğünü koruyabilmiş, sonunda zihinlerden kazırcasına bir karşı hamleyle ortadan kaldırılmışlardır. Ancak bu okulların eğitim ve öğrenim yöntemleri, amaçlarının isabetliliği, dayandığı ilkelerin doğruluğu, yaşattığı değişim rüzgarı son derece değerlidir ve  sadece eğitim tarihinin bir konusu olmaktan öte ilginç bir hikayedir de.  Bunun için Köy Enstitüleri gerçeğini anlamak aynı zamanda geçmişten bu günlere sarkan siyasal, toplumsal problemlerle yüzleşmemizi de gerektirir. 

Ben bu işin belli bir bölümünü sizlere sadece özetleyebilirim. Burada yapacağım iş  konu başlıkları altında toparlamaktan başka bir şey değil. Önce  Köy Enstitülerinin  hangi ihtiyaçlardan  doğduğunu açıklayacak tarihsel çerçeveyi anlatmakla başlamak istiyorum. Çünkü Cumhuriyetin Osmanlı'dan devraldığı ağır toplumsal koşullar anlaşılmadan bu noktaya nasıl gelindiğini kavramak imkansız.

1923 Yılında ilan edilen Cumhuriyet'in kurulduğu günlerde bağımsızlığın teminatı sayılacak iki  şey vardı: İlki, kendi ayakları üzerinde durmayı sağlayacak bir ekonomik yapıydı. İkincisi, yeni sistemin devrimci ilkeleriyle uyumlu, toplumsal bütünlüğü sağlayabilecek eğitimli vatandaşlar topluluğuydu.  Bu nedenle Cumhuriyet ilk yıllardan başlayarak eğitim konusuna büyük önem vermişti. Bu yolla sağlanacak kültürel birlik olmadan millet vasfına sahip olmak elbette imkansızdı. Eğitim kurumları sadece maddi yapılardan ibaret şeyler değildi. Onları dolduracak eğitmen kadrolarına, bu eğitmenleri yetiştirecek uzman kişilere ihtiyaç vardı. Bütün bu görevleri planlayacak, hayata geçirecek uygulayıcılar bulunmalı,  görevlere getirilmeliydi. Gerekli yasal düzenlemeler, teşkilatlanmalar yapılmalıydı. Ama en önemlisi  bunun için gerekli doğru eğitim yöntemlerini kullanmak ve  hedeflere ulaşmayı sağlayacak kurumsal, yasal dayanaklardı. Bunun için işe Osmanlıdan miras kalan karmaşadan  kurtulup, eğitimi tek bir çatı altında toplamaktan başlamak gerekiyordu. 

Osmanlıda eğitim ve öğrenim faaliyetleri 19. yüz yıl ortalarına kadar büyük ölçüde devletten ayrı kurumlar eliyle yürütülüyordu. Bunların çoğu vakıf kuruluşlarıydı. Köy ve mahallelerde kurulmuş sıbyan mekteplerine devletin bir müdahalesi yoktu ve buraları tamamen imamların yönetimindeydi. Orta öğretim, yüksek okul düzeyinde sayılacak rüştiye, idadi ve sultani gibi okullar daha sonra devlet eliyle açılmaya başlanmış, sadece medreseler hala vakıf yönetimi altında faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyorlardı. 1924 yılına gelinceye kadar ülkede 479 medrese ve 18000 medrese öğrencisi bulunuyordu. Fakat ilginçtir ki bu öğrencilerin de sadece 6000 'i okula giden gerçek öğrencilerdi. Gerisi askerlikten muaf olmak için  medreselere kayıt  yaptıranlardı.

Eğitimdeki bu  ikili bir yapı Cumhuriyet'in ilk yıllarında hala devam ediyordu. 3 Mart 1924 tarihinde çıkartılan Tevhid-i Tedrisat yasası ile bu dağınıklığa son verildi ve laik eğitim sistemi Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında toplandı. Çok önemli bir bilgiyi de eklemem gerekiyor burada: aynı gün kabul edilen bir yasayla Hilafet de kaldırılmıştı.

Medreseler kapatılsa da din işleriyle ilgilenmek laik devletin görevleri arasına girmişti. 1924 yılında medreseler yerine İstanbul Darülfünun bünyesinde İlahiyat Fakültesi kuruldu. Ancak başlangıçta 224 olan öğrenci mevcudu 1934 yılında 20 kişiye düştü. Bu nedenle İlahiyat Fakültesi kapatılarak yerine İslam Tetkikleri Enstitüsü açıldı. Ayrıca ülkenin çeşitli yerlerinde 29 adet İmam Hatip okulu açılmıştı. Pek fazla ilgi görmeyince 1930 yılında bu okullar da kapatıldı. Ayrıca isteğe bağlı olarak okutulmakta olan din dersleri de şehir okullarında 1933 yılında, köy okullarında 1939 yılında müfredattan çıkarıldı. Artık bundan sonra 1948 yılına kadar okullarda din dersi okutulmayacaktı.

Cumhuriyet'in  Atatürk'ün önderliğinde topluma kazandırmak istediği ülkü birliği ve   kültürel kaynaşma, milletçe beraber aynı yönde ilerlemek için önemliydi. Bunun için öncelikle okuryazarlığın yaygınlaştırılması gerekiyordu. Eğitimde atılacak  önemli adımların başında Latin alfabesine geçilmesi geliyordu. Latin harflerine geçilmesi 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı yasa ile kabul edildi. Daha 1923 İzmir İktisat Kongresinde bile Latin harflerine derhal geçilmesi için bir öneri sunulmuştu. Kongre başkanı Kazım Karabekir bu öneriye, İslam’ın birliğini bozar diyerek karşı çıkmıştı. Latin harflerinin kabulünden sonra 24 Kasım 1928 tarihinde resmi gazetede yayınlanan bir talimatname ile Millet Mektepleri açılmasını öngören karar açıklandı. Bu okullarda günlük hayatta işe yarayacak bilgi ve beceriler de öğretiliyordu. İlk beş yıl içinde yaklaşık 1.5 milyon kişiye okuma yazma öğretildi.

1935 yılına gelindiğinde 16 milyon olan Türkiye nüfusunun 12 milyonu köylerde yaşıyordu. Köylerde öğrenim çağına gelmiş çocukların sayısı 1 milyon 110 bindi. Şehirlerdeki çocukların yüzde 75'i okullara giderken,  köylerde yaşayan çocukların sadece yüzde 25'i okula gidebiliyordu. Üstelik 40 bin köyden 35 bininde hiç okul  yoktu. Bu sayılar ülkedeki eğitim sorunun ciddiyetini göstermek açısından önemlidir. Bu nedenle başlayan eğitim ve öğrenim hamlesinde köyler için fazla gecikmeden hızlı adımların atılması gerekiyordu. 11 Haziran 1937 tarihinde kabul edilen 3238 sayılı Köy Eğitmenleri Kanun ile köylerde görev alacak eğitmenlerin amaç ve çalışma esasları belirlenmişti. Eğitmen yetiştirmek için alınan bu karar ileriki yıllarda devreye girecek Köy Enstitüleri için ilk adım sayılırdı. Atatürk, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'a, askerliğini bitirmiş okuryazar gençler arasından seçilmiş adaylara  hızlandırılmış kurslarda eğitim verilebileceğini söylemişti. Bu model benimsenerek hayata geçirildi ve Eskişehir Mahmudiye köyünde ilk Eğitmen Kursu açıldı. Askerde onbaşı ve çavuşluk yapmış gençler arasından seçilen adaylara 6 aylık bir kurstan sonra eğitmen unvanı verilerek köy okullarında görevlendirildi. Bu şekilde o yıllarda henüz 3 yıllık olan ilkokullardaki öğretmen açığı kapatılamaya çalışıldı. Bu kursların açıldığı köylerde daha sonra açılan Köy Enstitüleri için  Eğitmen Kurslarında kazanılan deneyimlerden yararlanılacaktır. Köy Enstitüleri bu kurslarda hizmet veren eğitmen teşkilatı üzerinde kurulacak ve devam eden Eğitmen Kursları Enstitüler bünyesine alınacaktır. 1948 yılına kadar bu şekilde faaliyeti devam eden kurslarda yaklaşık 9 bin eğitmen yetiştirilmiştir.

Eğitmen Kursları elbette geçici bir uygulama sayılırdı. Öğretmen açığını hızlı bir şekilde kapatmak için bulunmuş bir yoldu. Ancak Cumhuriyet'in köylerde görev almayı kabul edecek iyi yetiştirilmiş öğretmen kadrolarına ihtiyacı büyüktür. İşte bunun için Köy Öğretmen Okulları kurulur. 1937 yılında İzmir Kızılçullu ve Eskişehir Çifteler'de iki Köy Öğretmen Okulu  faaliyete başlar. 1938 yılında ise Edirne Karaağaçta ve 1939 yılında Kastamonu Gölkö'de Köy Öğretmen okullarına sıra gelir. Henüz bu okullar için yasal düzenleme yoktur. Bu nedenle bu okullar 22 Mart 1926 tarihli Maarif Teşkilatına Dair Kanunla düzenlenmiş Köy Muallim Mektepleri kavramına dayandırılır. Bu okullar daha sonra Köy Enstitülerine dönüştürülecektir. Nitekim Edirne Karaağaç'daki Köy Öğretmen Okulu bir süre sonra önce Alpullu'ya, daha sonra da Lüleburgaz Kepirtepe'ye taşınacaktır. Bu konuyu ilerde ayrıntılarıyla anlatacağımdan şimdilik bu kadarını hatırlatmakla yetiniyorum.

Böylece uzun bir girişten sonra  Köy Enstitülerinin açılacağı yıllara geldik. Buraya kadar anlattıklarım, Köy Enstitülerinin kurulmasını hazırlayan sürecin iyi anlaşılmasını sağlamaktı. Çünkü daha sonra ele alacağım gibi Köy Enstitülerinin üstlendiği işlevi doğru anlayabilmek bu koşuların bilinmesine bağlıdır.

Bu eğitim hamlesinin elbette arkasında bazı kahramanları vardır. Bütün tasarım ve uygulamalar onların omuzlarında yükselecektir. Bu insanların sayıları pek fazla değildir. Ancak deneyimlerindeki derecelendirme açısından azımsanmayacak bir düzeyde oldukları kabul edilmelidir. Bu konu aslında Cumhuriyet'e Osmanlı'dan kalan olumlu sayılacak pek az mirastan biri olarak takdir edilmeye muhtaçtır. Özellikle Meşrutiyet sonrasında hızlanan Batılı eğitim anlayışıyla birlikte  eğitim alanında yetişmiş aydınların kazanımları Cumhuriyet kadrolarının yetişmesine katkıda bulunacaktır.

Tuna kıyısındaki Silistre iline bağlı Tataratmaca köyünde 1897 yılında dünyaya gelen İsmail Hakkı Tonguç bu kahramanların başında gelen kişidir. Onun hayatını anlatmak için, daha sonra yapacağım gibi, başlı başına bir bölüm ayırmak lazım. Konumuzla ilgisi yönünden şu kadarını söylemeliyim ki İsmail Hakkı Kastamonu öğretmen okulunda parasız yatılı olarak okuduktan sonra İstanbul Öğretmen okulundan 10 Eylül 1918 tarihinde mezun olur. Çok parlak ve hırslı bir öğrenci olduğundan 20 kadar arkadaşı ile birlikte öğrenimini sürdürmek için Almanya'ya gönderilir ve 27 Nisan 1919 yılına kadar Ettlingen'deki Öğretmen Okulu'nda bulunur. Savaşın bitmesinden sonra ülkesine geri çağrılır. Daha sonraki yıllarda bu kez Cumhuriyet yönetimince yeniden Almanya'ya gönderilecek ve orada Karlsruhe Baden Güzel Sanatlar Okulu ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuyacaktır. İsmail Hakkı Tonguç'un eğitim alanındaki çeşitli hizmetlerden sonra  Bakanlık teşkilatındaki ilk görevi 1935 yılında başlar. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından İl Öğretim Genel Müdürlüğüne önce vekaleten daha sonra 1940 yılında asaleten atanır. 28 Aralık 1938 yılında Milli Eğitim Bakanlığına Hasan Ali Yücel'in gelmesiyle Köy Enstitülerinin kurulmasına doğru bir adım daha atılmış olur. 1939 yılında toplanan 1. Milli Eğitim Şurasında ilköğretimle ilgili sorunlar ele alınır. Sadece okuma yazma öğretilmesiyle yetinmeyip köy çocuklarına çok yönlü beceriler kazandıracak, aynı zamanda köylüye rehberlik edecek öğretmenlerin yetiştirilmesi için karar alınır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Hasan Ali Yücel'den Köy Enstitülerinin kuruluş esaslarını belirleyen bir yasanın düzenlenmesini ister. Yasa 1940 yılının Mart'ında meclis komisyonuna gelir.  Yasa mecliste tartışılırken karşı çıkanlar da olur. Bunlardan biri yine Kazım Karabekir'dir. "Siz bu yöntemi gelişmiş bir takım uluslardan ya deneyimi yapılmış herhangi bir yerden mi alıyorsunuz?" diye sorar. Hasan Ali Yücel buna verdiği cevapta şöyle konuşur: "Bu tasarıyla bizim yaptığımız şey, bir kopya değildir. Fakat uydurma bir şey de değildir. Biz hiç bir ulusun ilköğretim sorununu çözümlerken aldığı önlemleri aynen almadık. Bunları biz ancak kendi ülkemiz koşullarını ve halkımızın yaşamını göz önünde bulundurarak yapmış bulunuyoruz."

41A6105E 8F4C 4C48 B3Cb 4E9010E8267D

Tartışmalardan sonra 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı Köy Enstitüsü Kanunu, oturuma katılan  278 mebusun oyları ile kabul edilir. Ancak 148 mebus oturuma katılmamıştır ve bu önemlidir. Yasayla daha önce açılmış bulunan Köy Öğretmen Okulları'nın adı  Köy Enstitüsü olarak değiştirilir. 10 adet yeni okul daha açıldıktan sonra bu sayı 1944 yılına gelinceye kadar 20'ye ulaşır. Bu sayı ilerde 24 olacaktır. Köy Enstitüleri'nden  1952 yılına kadar mezun olan öğrenci sayısı 17 bin 341'dir. Köy Enstitüleri'nin ömrü ne yazık ki uzun olamamış, 1946 yılından itibaren kimliklerinden adım adım uzaklaştırılmaya başlanmış ve 1954 yılında tamamen kapatılmışlardır.

Bu hazin ve ibret alınacak bir hikayedir. Köy Enstitüleri için bundan sonraki amacımız  kısa süren bir deneyimin özgün yapısını biraz olsun anlatıp, bunun devrim niteliğinde sayılacak karakterini bilmeyenlere  tanıtabilmektir. Köy Enstitülerine indirilen darbenin anlaşılmasını sağlayacak  bölümlerde ise ders alınacak çarpıcı olgulara ve kişilere başvuracağız. Sanırım buna sıra geldiğinde başımızı öne eğip hep birlikte düşünme gereği duyacağız.