Saf sinemanın beyaz perdede vücut bulmuş hali. Epik bir western ve çok daha fazlası… Martin Scorsese’nin son filmi 2023 yapımı “Killers of The Flower Moon” sinemaseverlere muazzam bir 3 saat 20 dakika vaat ediyor.
Kızılderili Osage halkı, 1920'lerde Oklahoma'daki yaşadıkları bölgede petrol çıkmasıyla olağanüstü bir zenginliğe kavuşuyor. Ancak bunun büyük bir bedeli var. Ölüm!
Petrolün getirdiği lüks ve şatafatın gölgesinde Osage halkı birer birer cinayetlere kurban gidiyor. Kurban sayısı yükseldikçe kan ve gözyaşı da artıyor. Ve soruşturmayı federal hükümet üstleniyor. Böylelikle Osage cinayetleri o dönemde kurulma aşamasında olan FBI’nın ilk büyük dosyası olarak tarihteki yerini alıyor.
Epik bir western olarak karşımıza çıkan Dolunay Katillerinde, Scorsese yine Amerikan tarihindeki kara lekelerden birini tereyağından kıl çeker gibi seçerek ustalıkla beyaz perdeye yansıtıyor. Bizlere de bu dramaya yakından şahit olma hediyesi sunuluyor.
Bu filmde her şey var: Sanat, petrol, kapitalizm, gelenekler, FBI’nın doğuşu ve dahası…
David Grann'ın çok satan kitabından uyarlanan ve senaryosu Eric Roth-Martin Scorsese tarafından kaleme alınan Dolunay Katillerinde başrollerde Ernest Burkhart (Leonardo DiCaprio) ve eşi Kızılderili Mollie Kyle (Lily Gladstone) var. Kasabanın dayısı ise William Hale rolündeki Robert de Niro.
Konu günümüz için sıradan anlatım ve oyunculuklar ise muazzam. Dolunay Katillerinin süresi uzun lakin çokça derin, sakin bir o kadar da şiddetli, modern ve geleneksel, yalın bir o kadar da karmaşık. Her duygunun sonuna kadar sindirildiği bir başyapıt.
Hızlı tüketim çağında 3 saat 20 dakikalık film izlemek mi? Scorsese düzene meydan okurcasına çektiği bu film ile saf sinemanın nasıl bir şey olduğunu yine enfes bir şekilde gözler önüne seriyor.
Bazılarının bu filme sıkıcı dediğini duyuyorum. Hayır, tam tersi! Kanın sakince vücudumuzda aktığı gibi akıyor.
Petrolle gelen para Osage halkını zirveye çıkardı demiştik. Bunun gücüyle de neredeyse tüm kadınlar beyaz Amerikalı erkeklerle evlenme yoluna gitmeyi tercih etti. Bunlardan biri de kendisini “Osage Kralı” ilân eden Amerikalı beyaz çiftçi William Hale’in yeğeni Ernest Burkhart. Onun kasabaya gelişi ile cinayetler silsilesi de hız kazanıyor.
Hatta bir noktada hikâyemizin ana kahramanı Mollie Kyle’in annesi kızlarına; “Hepiniz beyazlarla evleniyorsunuz. Bundan dolayı her şey bizim başımıza geliyor’ serzenişinde bulunuyor. Filmin özetini aslında bu iki cümle anlatıyor.
Para için yapılan planlar, kâğıt üstündeki aşklar, organize suçlar… İşler tıkırında gidiyor. Yıllar geçtikçe beyaz erkekler ve Kral William Hale, Osagelilerin servetlerine konmayı başarıyor. Ta ki FBI duruma el atana kadar.
Bir yerde çok güzel bir eleştiri okudum; William Hale’ın tam manasıyla Amerika’nın dünya sahnesindeki tarihsel karşılığı olduğu yazıyor. O kadar doğru ki. Günümüzdeki kurbanlar ise her renkten insanlar…
3 saat 20 dakikalık bu enfes filmin 2 saatlik bölümü suçlara, kalanı ise FBI soruşturmasına odaklanıyor. Sonu da çok kıymetli. Yazdığı ve yönettiği yetmezmiş gibi Scorsese filmin sonunda sahne de alarak hikâyenin kahramanlarından biri oluyor.
Oyunculuklara değinmişken Martin Scorsese’nin muhteşem oyuncu ikilisi adeta mest ediyor.
Di Caprio dikkat çekici aksanı ve mimikleri ile cahil ama kurnaz rolünü harikulade yansıtıyor. Robert De Niro ise tek kelime ile kusursuz. 30 yıl sonra birlikte rol alan bu ikili neden efsane olduklarını bir kez daha kanıtlıyor.

Ve Mollie Kyle rolü ile Oscar’da en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Lily Gladstone. Osage halkının yaşadığı ıstırabı tüm film boyunca konuşmadan sadece yüzüyle yansıtması bile olağanüstü bir başarı…
Biraz rötarlı şekilde izlediğim “Killers of The Flower Moon” benim için bittiğinde ruhumda derin izler bırakan bir yapım oldu.
Ne diyelim! Bizlere hala sinemanın en saf halini izlettiren Martin Scorsese’ye sonsuz şükranlarımızla…